AZ LAF, ÇOK İŞ

Polimer kil ağırlıklı, pek çok şeyin resimlenmiş yapım aşamalarını bulabileceğiniz bir blog olmasına çalışıyorum.
Internet kullanmasını bilene, açık bir okul. Pek çok hobim var ve ben bu konuda oradan çok yararlanıyorum.
Bu blog aslında biraz da borç ödemek için. Ben epey yol aldım, şimdi yeni başlayanlara da ben faydalı olayım istedim. Deneyimli arkadaşlar da blogumu severlerse, onlarla da fikir alış-verişinde bulunmak, kadayıfın kaymağı olacak :)

28 Aralık 2011 Çarşamba

ATSAN ATILMAZ, SATSAN SATILMAZ



Benim bir küçük çantam vardı. Başlayıp da yarım bıraktığım, ama atmaya da kıyamadığım ıvır zıvırları atarım içine. Daha doğrusu atarmışım. Çoktandır gözüme görünmemiş. İçine de çooook uzun zamandır bakmamıştım. Bugün ardiyede derinlere dalıp bir sürü şey buldum. Ay atayım bunları dedim... yine vaz geçtim. Nedense bunlarda bir şey var, elime alınca burnumda bir koku, dilimde bir tat, hayalimde tam resimlendiremediğim bir şeyler canlanıyor. O duyguyu seviyorum. Kalsınlar, arada bir dokunayım. Gerçi biraz abartma durumu yok değil ama olsun. Mesela bazıları ilkokula başlamadan önce yaptıklarım :) Tevellüt 1957. Varın siz hesaplayın :)))


İşte :) Bunları yaptığımda sanırım 5-6 yaşlarındaydım. Çok iyi hatırlıyorum, kütüphanenin yanında duran, lacivert kadife kaplı, kalın ahşap kolları olan kocaman bir koltuğumuz vardı. Nakış iplikleri, kütüphanenin alt rafında, şimdilerde kardeşimde olan, lacivert teneke bir kutunun içinde dururdu. Ben de o koltuğa oturup bunları yapardım.


 Bu ilkokul yıllarından. Elişi dersi ödevi. Bitmiş 3 parçayı annem yatak odasında kullanmıştı. Nasıl gururlanmıştım. Maymun iştahım o yaşlarda bile varmış. Böylece bırakmışım. Teğelleri bile üstünde.


Yaşıtlarım arasında, ilk gençlik yıllarında çiçek çocuk fırtınasına kapılmayan var mıdır?
Babam yurt dışına gidince ilk siparişim blue jean olurdu. Onlardan birinin üzerine çiçekler yerleştirmek istemiştim, ama o zamanlar öyle hazır aplikeler nerde? Böyle bir sürü çiçek işleyip, paçalardan yukarıya doğru seyrelen bir şekilde monte etmiştim. Çok hoş ve dikkat çekici olmuştu. Bu artık sıkılıp yarım bıraktığım sonuncusu. Bırakmaya bakar mısınız, iğnesi ipliği bile üstünde öylece kalmış. Zaman durmuş gibi. İğneyi oradan çıkartsam, bir ilmek atsam büyüsü kaçar gibi geliyor.


Haluk askere epey geç gitti. Doruk 2-3 yaşındaydı. O yokken geceleri pek uyku tutmazdı. İpek boyamaya takmıştım. Bunlar o dönemden kalma.
Amaaaan işte maymun iştahlı olmanın nirvanası. Çeşitli dönemlere ait, atılamayan, satılamayan, bitirme arzusu yaratmayan lüzumsuzluklar. Bir ara dantel pek mi modaydı acaba? Yapmayı severdim.

27 Aralık 2011 Salı

ELVEDA SEVDİĞİM ŞEYLER


Bu gün sevdiğim şeylere veda etme günümmüş. Çok güzel vedalar ama.
Birincisi kolay bir veda oldu. Yıldızlar kolyemi emeksensin'de beğenen bir hanıma gönderdim. Bir de kutu yaptım. Kutuyu da sevdim. İkisiyle de vedalaştım :) Güle güle kullansın.


İkinci veda. Aaahhhh bu pek zor ve acı. Ama bir o kadar da gerekli. Şu aşağıdakiler var ya, işte onların hepsiyle vedalaştım. Uzuuun bir süre için.

Üç yıl kadar önce kendimce düzgün bir diyet yapıp, 9-10 aya yayarak 16 kilo vermiştim. Nasıl mutlu oldum, nasıl hafifledim bilemezsiniz. O kiloyu 1 yıl kadar da muhafaza ettim. Mutlu mesut yaşarken yine şirazem kaydı. Önce fermuarlar ihanet etmeye başladı, çürük mallar ne olacak, sonra daralttırdığım tüm giysiler gardroptan nanik yapmaya başladılar, pis nankörler. En adileri de baskül çıktı. 8, yazıyla sekiz kilo fazla gösteriyor. yarısını geri almışım. Böhüüüüüü. Haydi tekrar diyete. Amma velâkin 25 gün sonra baktım tık yok.
Baktım ki  (daha doğrusu Haluk baktı ki) bu iş böyle olmayacak, bu işi bilimsel yapmak gerek. Bir diyetisyene gidildi, tahliller yapıldı. Ve bugün itibariyle diyete başlandı. Şimdilik diyet, ama aslında tüm beslenme hayatım değişip öyle kalmalıymış. İnşşşşallah. Buraya da yazıp ilan ediyorum ki, bir yerlerde yolumdan şaşarsam, dövün beni rezil olayım. Acelem yok her ay 1-2 kilo versem razıyım. Diyetisyen hanıma göre bu 8 kiloyu 3-4 ayda verirmişim. Haydi bakalım. Yani bu gün itibariyle tombalak Nihal'e de veda etmeye başlıyorum.
İyi de bu resimleri niye koydum ki ben buraya, bakıp bakıp yalanmak için mi? Arızalı mıyım neyim?

17 Aralık 2011 Cumartesi

BİR SERBEST KÜRSÜ YAYINI



Bu gün canım yazmak istedi. Boyumu aşmayacak kadar derine ineceğim.Ve bu sayfayı SERBEST KÜRSÜ yapacağım. Lütfen siz de yazın. Tüm yorumları bu yazının altına ekleyeceğim.

Önce neden yazdığımı söyleyeyim.
Bu yazıyı yazmadan önce ve yazarken çok düşündüm. Yazdıklarımın şımarıklık, terbiyesizlik ya da ukalalık olarak algılanmasından çok korktum. Hâlâ da korkuyorum. Lütfen en samimi fikirlerim olduğuna inanın.
Çok sevgili dostlarım, yaptığım, yayınladığım işlerim için beni çok mutlu eden, harikulâde yorumlarını esirgemiyorlar. Sanatçı kelimesi ile beni yanyana getirerek, başımı döndürecek kadar onurlandırıyorlar, bir o kadar da utandırıyorlar. Ben de her seferinde, her ne kadar "istemem, yan cebime koy" gibi görünse de, bunu reddediyorum.
Bu yazıdaki amacım, tekraren söylüyorum, asla kabalık, ukalâlık yapmak değil. Anılarım için "teşbihde hata olmaz" notunu baştan düşeyim.

Sanat bence çok önemli bir konu. Kelime olarak bile ağır. Hafiflemesine üzülüyorum. Kelime hafifleyince kavram da koflaşıyor. Çok az sayıda bir kaç özel insan dışında neden bizim insanımızdan büyük sanatçılar çıkmıyor diye hayıflanıyoruz. Bu sorunun cevabını iki anımı anlatarak vereceğim:
Önceki yaz Haluk'la kısa bir tatil yapmıştık. Tenha bir oteldi. Geceleri, iki genç çocuk müzik yapıyorlardı. Bir gece bütün müşteriler erkenden gitti, bir biz kaldık. Çocuklar da zamanlarını doldurmak için bir şeyler çalıyorlardı. Onları dinlediğimizi görünce baktılar ki, ikinci bahar romantizminde bir çiftiz, kendilerince hafif tatlı bir şeyler çalmaya başladılar... da biz maalesef müzik konusunda biraz eski kafalıyız. Genç çocuklar, elbette günün pop parçalarını biliyorlar. Olsun, ne güzel bir incelik gösterdiler, masamıza davet edip biraz sohbet ettik. Birisi  konservatuvar mezunu, diğeri son sınıfta imiş. Müziği çok sevdiklerini, bu konuda idealleri olduğunu anlattılar. Sevindik, takdir ettik. Haluk (eşim) gençliğinde müzikle uğraşmış, orkestrası varmış, şarkı söylüyormuş. O nedenle gençlere tavsiyelerde bulundu. Ve dedi ki: İyi şarkıcıları sık sık dinleyin, tekniklerini inceleyin, mesela Frank Sinatra...Cevap: O kim, hiç duymadık. Onlar ve sanatçı yetiştirilmesi (belki de aslında tüm eğitim sistemi) hakkında umutlarımın çatır çatır parçalandığı andır. Frank Sinatra'yı seversin, beğenmezsin o ayrı, ama konservatuvarda okuyup, onu da geçtim, müzikle uğraşıp,  "O kim" dersen, derinliğin bir kaç milimetreden öteye gitmiyor demektir. Hiç bir merakın, araştırman, gelişme çaban yok demektir. İdeallerinin olduğu konuda popüler kültür bilgin bile olamazsa nereden beslenebilirsin.

İkinci anım da sanatçı kelimesinin nasıl anlam değiştirdiği (kaybettiği mi desem) ile ilgili. Korkmayın daha kısa :)
Bir mağazada idim. İçeriye bir grup girdi. Genç bir kız " aaa bak bilmemkim geldi" dedi. Merak ettim. "Kim o" dedim. "Sanatçı" diye cevap verdi. "Ne sanatçısı" diye sordum. Öyle ya, şarkıcı mı, tiyatrocu mu, dizi oyuncusuna bile razıyım... Kız bana baktı, baktı, omuzlarını silkip alt dudağını bükerek "bilmeeem" dedi. Sonra öğrendim o kızcağızın "sanatçı" dediği genç adam bir mankenmiş.

Oysa Türk Dil Kurumu Sözlüğünde ki tanımlara bakın:
SANATÇI: Yaratıcı ve olağandışı nitelikleri olan, sanat yapabilecek yetkide olan kişi.
SANAT: Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık.

Sanatçı olabilmek için, olağandışı nitelikleri taşımak için, elin kırık olması, yetenekli olmak, yapılan işleri seviyor olmak ve hatta daha ileri gideyim; yapılan işlerin sanat eseri olması bile yeterli değil. Hem sanat konusunda derin bilgi sahibi olmak, hem de ciddi entelektüel birikime, aynı zamanda doğuştan derin ruh yapısına, hayal gücüne, duyguları somutlaştırabilme yetisine sahip olmak gerekir.

Bunun kabahati hepimizde. Hayatın değişimine öyle bir kapılıp gidiyoruz ki, bazı yerlerde ayak diremeyi ihmal ediyoruz. Kolaya alışmamak zor. Düşünmek, araştırmak, bilgiyi kazımak zor. Her şeyin önümüze paketler halinde konulmasına alışmamak zor. Çalışmayan kasların güçsüzleşmesi erimesi gibi, beynimiz de tembelleşiyor, biraz fazla düşünmeye başlayınca başımız ağrıyor.

Ben kendimden hiç memnun değilim. Bu durum beni de kucaklıyor. Arada bir silkinsem de, kendimi fikrî tembelliğin yumuşacık kollarına nasıl da bırakmışım.
Buradaki işlerle örneklersem; polimer kille uğraşmak istedim. Bilmiyordum. Yetecek kadarını araştırıp öğrendim. Sonrası...Doğru yeteneğim var, hoşuma giden şeyler yapabildim.  Sonrası... Daha neler var, neler bilmiyorum, neler öğrenmeliyim? Burada durdum işte. Çünki aslında polimer kilin kimyasal yapısını bile öğrenmek gerek. Bunun, her bilgi gibi, yapılan işte çok farklı pencereler açabileceğini biliyorum. Öğrenmek için çaba gösteriyor muyum? Hayır. Boşveriyorum. Entelektüel birikim tarafına hiç girmeyeceğim bile.
Oysa sanat çok açtır. Bilgiyle, görgüyle, kültürle beslenir. Fizikten anlamayan ressamın resmi yavan kalır, tarih bilmeyen edebiyatçının romanı masanın kısa ayağına destek olmaktan ileri gitmez.

Örnek çok, yazacak şey de çok, ama yavaş yavaş boyumu aşmaya başladığımı hissediyorum.

Demem o ki; bazı payeleri, iltifat için bile olsa hak etmeyene vermemek, biraz cimri davranmak gerekir.

Yine TDK sözlüğüne göre:
ZANAAT: İnsanların maddeye dayanan gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte deneyim, beceri ve ustalık gerektiren iş.
SANATKÂR: 1.  El ile yaptığı işi kendisine meslek edinen işçi veya usta. 2. sf. Bir işi ustalıkla yapan, usta, mahir.

Tüm sevgi ve teşekkürlerimle.







Blogger Nedret dedi ki...







Katılıyorum. Hak veriyorum. Ancak sen sanatçılığa en yakın kişisin. Reddetme bunu. Sadece yoğunlaşma fırsatın olmuyor bence. Hiç kafanı takacak birşeyin olmasa, bıraksak seni polimer killerle başbaşa da göstersen bize nasıl sanaçı olunur. Bizlere bakma hepimiz taklit ustasıyız. Toplumdaki sanatçı anlayışı da kendi eğitim seviyeleri ile sınırlı. Kolay mı sanatçı olmak?17 Aralık 2011 18:32



Blogger alanay dedi ki...







takdirle ve keyifle okudum yazınızı ve ne kadar haklısınız.resme daha başlayamadan bırakmam yada ileriye götürmememdeki en büyük etken benzer düşüncede olmamız.
aslında ülkemizde sanatın bir çok dalında büyük olabilecek potansiyelde sanatçılar yetişiyor ama devlet olarak ve millet olarak gereken ilgi değer ve ehemniyeti gösteremiyoruz.sanata bakış açımız bile neredeyse modayla bağlantılı.düşünsenize elit tabakadan insanlar bile "bu günlerde bilmem kim daha çok gidiyor "diyerek evlerine yada koleksiyonlarına alacak resim yada başka bir sanat eserini seçip satın alıyorlar.yine her şey dönüyor dolaşıyor eğitime gelip dayanıyor.ama eğitim sistemimizdeki aksaklıklar da bu açığı kapatacak düzeyde değil maalesef.bir resim öğretmeni olarak bunun acısını o kadar çok yaşıyorum ki!neyi nasıl anlatıp nerden başlasam .sbs de resim yada müzük dersinden soru çıkmadığı için angarya görülen gereksiz ders sıfatında derslerimiz.idare ayrı veli ayrı baskı yapar.geçen bir veli gelmiş "hocaanım neden 85 verdiniz diye hesap soruyor.oysaki o 85 deftere atılmış gelişi güzel bir çizik için .zira çocuk öncesinde çizik atmaya bile üşeniyordu.amann konu ne idi nereye getirdim.saygıyı ve sevgiyi ceplerimizde değil beynimizde taşısak her şey çok daha iyi olacak.sevgiler..17 Aralık 2011 18:41



Blogger fiamma dedi ki...







Nihalciğim, sanat içinde bir çok oluşumu barındıran bir olgudur. En minimal anlamda belli kalıplar içine konulamayan ve estetik olan insan duygularının dışavurumudur. Bunu icra eden kişiye de şanatçı denir. Sanatçıyı ben sanatçıyım demesi sanatçı yapmaz onun yaptığı işi, yaptığı işteki maharetini, farklılığını belli bir grubun ya da zümrenin sanat olarak algılaması önemlidir. Senin yazdıklarında şuna katılmıyorum. Polimer kil konusunda bir yerden başlayarak yeteneğini kullandın, sanat adına bir adım attın ama bu seni sanatçı yapmaya yetmez, daha nereye gideceğini sen bilmediğin gibi kimse de bilemezsin, bu ancak zamanla ve sen çalıştıkça şekillenir. Polimer kil'in illa kimyasını bilmen gerektiği kanısında değilim. Sanatın başına ineceğim harcı kendim kıracağım diye bir koşul yoktur sanatta. Sen elindeki madeni işleyerekte sanat yapabilirsin. Sanatın belli bir kültürle beslenmesi gerektiğineyse yürekten katılıyorum, evet daima üzerine birşeyler katmalısın ki devam etsin ve sen de beslenebilesin ve yeniden üretebilesin.Ayrıca iyi bir gözlemci olabilmelisin. Amma illa kendi alt ve üst oluşumları ile beslenmen de gerekmiyor. Senin tüm çevresel faktörlerden sentezlediğini iyi bir malzeme haline getirebilmen ve bunu bir esere bir oluşuma dönüştürebilmen yine senin yeteneğinle ilgili. Sana gelince can, ne yapmak istiyorsun ve nereye gelmek istiyorsun. Sen kendini taşırsın ancak bu yaptıklarını hobi olarak yürtmeye devam etmekte bir yere taşımakta senin elinde, mesela sergiler açarsın yaptıklarının daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlarsın,sunumunu yaparsın, çabalarsın ama gerisine müdahil olamazsın. Yani sanat yapmak senin elindedir ama sanatçı diye anılmak bunu algılayandadır.17 Aralık 2011 20:31



Blogger Nazan dedi ki...







Yazınızı okudum, gelip gidip yazsam mı diye düşündüm. Düşüncelerinizi çok akıcı ve güzel ifade etmişsiniz.Her ne kadar siz değilim desenizde bene eserlerinizden sizin sanatçı ruhuna sahip olduğunuzu düşünüyorum.Bizim hobi anlayışımızdan bir kaç adım ötedesiniz.Ben mühendisim,yaptığım her işe pratik ve analitik bir gözle bakıyorum ister istemez.Bu da beni sanatçı ruhundan biraz uzak yerlere götürüyor.Ülkemizde herkese çok kolay sanatçı ünvanı veriliyor haklısınız.Şimdi yetişen gençlerde sanatçı olmak için sabır ve kendini yetiştirmek için gayret yok.Hayalgüçleri ise eğitim sistemi içinde çoktan köreltiliyor. Ama azda olsa küçük bir kesim farkındalık yaratıyor.İşte ben onlardan umutluyum.Bu konu derinleşir ve sanat için sanat mı yoksa toplum için sanat mı tartışmasına geçer herhalde.Neyse siz serbest kürsü dediniz ben de görüşlerimi yazmak istedim.Saygı ve sevgilerimle...17 Aralık 2011 20:50



Blogger parıldayan çiçek dedi ki...







Selam yazınızı büyük bir özenle okudum.Yazdıklarınız doğru.Topluma ne verirseniz onu alırsınız. Magazin programlarının sanatçı dediği kişilerin (şarkıcı)sabah akşam insanlara sunulduğu programlarla gençler çocuklar yetişiyor.Kaç kişi opera izliyor.Tiyatroya kaç kişi gidiyor. Bir düşünün.İşimden emekli olayı zaman zaman aklımdan geçiriyorum.Aklıma gençler geliyor.Bir gezi ,müze ,tiyatro izledikleri takdirde yaşama bakışları değişiyor.O yüzden daha çok görevimiz var.Sevgiyle kalın.17 Aralık 2011 21:52



Blogger Gülsüm Güven Tuncer dedi ki...







Hmm... Hı-hı.. Söylenecek çok şey var bu yazının üzerine. Zamanım öyle kısa ki.. Yola çıkacağım ve ne zaman döneceğimi bilemiyorum. Bu yüzden kısaca bir şeyler söylemek istedim. Evet, ne yazık ki bizden sonra ki nesil sanat ve sanatçı hakkında çok az şey biliyor. Bunun sadece onların suçu olmadığını düşünüyorum. Sadece sanatta değil ki, her alanda ciddi bir dejenerasyon yaşıyoruz. Viktor Hugo'yu, Dostoyevski'yi hiç bilmeyen insanlar yazar olma hevesiyle kitap yayınlıyorlar mesela. Ancak... Hobi ile sanat arasında öyle bir çizgi var ki, o çizginin adını bilmiyorum. Taklit ederek yaptığımız hiç bir şey sanat olamaz. Ama eğer yaptığımız işe tümüyle kendi yeteneğimizi ve tasarım becerimizi katmışsak, taklit etmiyorsak, bilincimizi, genel kültürümüzü yansıtıyorsak o zaman adı hobi değildir bunun. Seni bizden ayıran da bu. Tamam, abartanlar arasında ben de varım. Ama bana, polimer kile böylesine enerji katan bir örnek daha göster çevremizden, sana hak vereceğim. Sanat bilgidir, kültürdür, yetenektir, sabırdır, beceridir. Yanılıyor muyum? Kabul, sanatçı değilsin. Peki nesin? Zanaatkar mı?
Seni seviyorum, şu mütevazı hallerini de çok seviyorum. Sen yine mütevazı ol. Ama yeteneğini yadsıma. Ben söylediklerimin arkasındayım. Sen sanatçı olmayabilirsin ama yaptıkların birer sanat eseri. (Çok inatçıyım di mi? ) 17 Aralık 2011 23:04



Blogger SEVALCE LEZZETLER dedi ki...







Yazınızı keyifle okudum.Bu konuda ki düşüncelerinizi akıcı dille ve çok güzel ifade etmişsiniz.
Size katılıyorum.
Sanatçı kolay olunmuyor.Bol bol reklamını yaparak ben sanatçıyım demeyle sanatçı olunmuyor.
Ülkemiz de elinden tutulması gereken,bilinmeyen kimbilir ne cevherler var.

Yeni neslimiz maalesef okumayı araştırmayı sevmiyor.Bol bol okuyarak,araştırarak genel kültür,kişinin kendini yetiştirmesi çok önemli.

Sayfanıza tesadüfen geldim.şimdi sayfanızda gezintiye çıkıcam.
Sevgilerimle...18 Aralık 2011 10:48



Blogger SEVALCE LEZZETLER dedi ki...







Sayfanızı ziyaret ettim.
Bu arada Sanal dükkanınızı da ziyaret ettim.Hayırlı uğurlu olsun.
Çok güzel el emeği göz nuru sanat eserleri var.Bol satışlar diliyorum.
Siz kabul etmeseniz de sanatçı ruhu taşıdığınıza inanıyorum.
Ellerinize emeklerinize sağlık.
Sevgilerimle...18 Aralık 2011 11:12



Blogger fiamma dedi ki...







Ağrıyan başımın ağrısı halen devam ediyor:( ama konu güzel ne diyeyim, ben sana geldim yine ahkam kesmeye:)) Bir ahkam daha kesip gideyim:)) Yazdıklarından ve yorumlardan şu konuya değinmek istedim. Sanatta elma ile armutu mukayese edemeyiz, ancak kendine yakın eseri kendisine benzerinden ayırıp öne çıkarabiliriz. Ses sanatçısı da bir sanatçıdır bu anlamda ama ancak onun yeteneğini eş bir eserde mukayese edebiliriz.Mankenlikte sanatın bir unsurudur. Manken iyi bir askı olabiliyorsa ve bu askı görevini layıkı ile yapıp salt yaptığı ile anılabiliyorsa bunu sürdürmek için hayatına belli prensipleri getirebiliyorsa, yaşayışını yaptığı işe göre organize edip uzun yıllar kalıcı olabiliyorsa yaptığı iş estetik anlamda sunumdur ve sanattır. Sanatın bir faktörü olur bu anlamda lakin mankenim, sanatçıyım diyemez.
Hadi bakalım çık içinden, mikser Fiamma kaçar:))18 Aralık 2011 11:33




Blogger serap dedi ki...







Ne kadar gerçekçi bir yaklaşım ve ne kadar isabetli günümüzde bir program sunanın bir yada 2 parça ezberleyenin yada 2 giysiyi teşhir edenin sanatçı kimliğine bürünmesi ve bulunduğu yerden geçekleri dürbünle bile görememesinden dolayı yıldızcıkların bir yanıp sönmesiyle sonucun hep hüsran olması kaçınılmaz oluyor benim anlayışıma göre sanatçı emek verendir sanatçı gönül veren ve fedakarlık edendir ve ne yazıkki parada kazanamayandır ayrıca sanatçı mütevazidir kendini öven değil bunun karşı tarafın takdir etmesini bekleyendir örnekleri ve yazıyı çoğaltırdım ancak Serap yeterrr diyorum ve Hepinize sevgiler gönderiyorum18 Aralık 2011 23:59

14 Aralık 2011 Çarşamba

BANU'CUĞUM TEŞEKKÜRLER

Geçenlerde sevgili Banu'cuğumun blogunda güzel hareketli yılbaşı süslemeleri görüp ben de istiyorum nasıl yaparım demiştim, canım arkadaşım sağolsun üşenmemiş bir sürü toplayıp mail atmış. Bunu onların arasından seçtim.
31 Aralık'da yayınlayacaktım ama, kardeşciğim geliyor diye öyle sevinçliyim ki, dayanamadım şimdi yayınladım. Ohh yahu girdim sonunda yeni yıl havasına :) Artık süslerin dibini bulurum :)


İki güzel haberim daha var. 

Artık adı Küçük Prens
1 :) Hani şu bizim yuva aradığımız dünya güzeli bebişler vardı ya, onlardan İnci, Kapkaracamdankelebeğimiz sevgili Duru Hanım tarafından evlat edinilmişti ya, işte o bebiş dün Duru'cuğuma götürülmek üzere teslim alındı, şu saatlerde belki kavuşmuşlardır. Şimdi facebook'u açıp haber bekleyeceğim. :))


2 :) Yine o bebişlerin sonuncusu Kınalı kızımızın da bir ailesi oldu. Yarın akşam O'da yeni yuvasına kavuşacak. Kardeşciğimin dediği gibi Allah herkesin bahtını bu kedicikler kadar açık etsin. Gerçekten de bu kadar kısa süre içinde, o kadar çok yuvalandırılmak istenen yavrucuğun arasından seçilmiş olmaları, seçilmeleri yetmeyip her birinin sıraya giren talipleri olması şahane bir şey. Nazar değmesin. Bu konuda, yaptığım yayınları paylaşıp yardımcı olan tüm dostlara gönülden teşekkürler.

Ay içime sinmedi, öbür bebeklerin süslü resimlerini de eksik bırakmayayım :)
Sedef
Turunç


Bu da Zülal'in ilk göz ağrısı, kocaman zümrüt gözlü güzel kızı Fincan.

13 Aralık 2011 Salı

İZLEME LİSTESİ PROBLEMİ VE 2 ADET HEYOOOO :))

Çoğu blogcunun düştüğü sıkıntının benzerine bende düştüm sonunda. Eksik kalsaydım olmaz mıydı sanki.. Sevgili Güsüm'ün bloguyla farkettim. Ucubik bir durum anlatması bile zor. Listemde var, ama güncellemelerine bakınca ve de tıklayınca Sevgili Ayşenur'un bloguna gidiyor. Aklıma ilk gelen birkaç blogu kontrol ettim neyse onlarda sorun yoktu.
1. HEYOOOO :) Gülsüm'ünkine bugün baktım düzelmiş, aa bir de ne göreyim, meğer bir sürü varmış bu durumda göremediğim. Hepsi düzelmiş. Şimdi atlamış olduğum pek çok yazı var. Bu gece belli ki ziyaret gecem olacak.
2. HEYOOOOO :) Hani mızmızlanıyordum ya yılbaşı gecesi, Edi-Büdü-Şakire Dudu üçlüsü olarak yalnızız diye, o mızmızlanmaları geri çekiyoruuuum :) Kardeşciğim geliyor. Yılbaşı gecesi beraberiz.
Aslında bu tip özel günler bizim yarattığımız şeyler, ha 31 Aralık, ha 31 Nisan ne fark eder ki diye düşünür mantığım, ama kalbim bazı günler için mantığıma hak vermiyor. İyi de ediyor :)))

11 Aralık 2011 Pazar

EMEKSENSİN.COM'da MAĞAZA AÇTIM :)






Efendim uzuuuun tembellik dönemi sonunda nihayet emeksensin.com'da dükkanımı açtım. Adı Nivva.
İlk gönderdiğim resimler vetoyu yedi. Çünki hepsinde isim yazılı. Estetiği bozmadan etiketlediğim için yediririm sandım ama olmadı :))
Şimdi oturup teker teker siliyorum, puffff çok sıkıcı. Detaycılık defom yüzünden iki kere puffff puffff.
Şöyle bir göz atıp, eleştirirseniz çok sevinirim. Tecrübeniz acemilik hatalarımı azaltacaktır.

7 Aralık 2011 Çarşamba

BİZ DE SÜSLENDİK :)

Yılbaşı süslenmesine bayılırım. Yıllardır alıp alıp biriktirdiğim biiiir sürü süsüm var. Her yıl Kasım sonu fıkırdamaya başlarım, Aralık'ın ilk hafta sonu, kahvaltıdan sonra çamım, ışıklarım, süslerim ortaya yayılır, yerleştirilir, havanın kararması beklenmeden, çamın ışıkları yakılır karşısında kahve sigara keyfi yapılır.... dı..
İlk kez geçen yıl çamım ve süslerim kutularından çıkmadı. Çünki Uyku ile ilk yılbaşımızdı. Ve o çamın, süslerin yarım saat bile yerlerinde durması ihtimali yoktu :)
Olsun devirsin, kırsın dert değil de çamın telleri bir yerine batar, elektrik çarpar, kendisine zarar verir diye korktum. Ama süssüz ışıksız yılbaşı da olmaz. Şöyle bir süs yaptım. (Bunu geçen yıl 10marifet'te yayınlamıştım)




Saçaklı ipten uzuuun bir parça ördüm. Köpük simiti de ördüğüm başka bir parça ile kapladım. Işıkları taktım, üstüne de bir kaç süs, bitti. Hiç yoktan iyidir. Bu geçen yılki resim. Bu yıl resim çekmedim. Zaten bütün sevdiklerim uzaklarda. Oğul'cuğum kuzucuğum Doruk'cuğum Amerika'da, kardeşciğim Zül'cüğüm Ankara'da, can dostum Kurtuluş Avustralya'da. Bu yıl böyle, Edi, Büdü, Şakire Dudu (Edi'yle Büdü Haluk'la ben, Şakire Dudu'da Uyku oluyor) formundayız. Olsun, çok şükür sağlığımız yerinde, yanyana olamasak da, sevdiklerimiz var, onlar da sağlıklı, umutlarımız var, bir kedimiz bile var, daha ne olsun.
Neyse süsten nerelere geldik. Dedim ki evi süsleyemiyorum, bari blogum neşelensin. Nasıl olmuş :)

2 Aralık 2011 Cuma

EPEYCE BİRŞEYLER BİTİRDİM (4)

Bazı şeyler göründüğü gibi olmayabilir. İçini, aslını bilmediğimiz şey için önyargılı olmamak gerekir filan diye ağır laflar edip bu üç kolyeye hava kazandırayım dedim :)))







EPEYCE BİRŞEYLER BİTİRDİM (3)

Daha önce SARMAŞIK SERİ'de paylaştığım, ve Polymer Clay Daily'de yayınlanan ilk yapraktan iki tane daha yapmıştım. O koca köpük panoda sıralarını bekliyorlardı, sonunda onlar da bitti. Ohh köpük panonun sol tarafı oldukça hafifledi. Bitenler sağ tarafa transfer oluyor :)








1 Aralık 2011 Perşembe

EPEYCE BİRŞEYLER BİTİRDİM (2)

OSMANLI SERİ' nin tamamı nâtamam vaziyette, kutu içinde bekliyorlardı. Nilüfer, kulağımdan tutup burnumu kutuya soktu, "bunların turşusu güzel olmaz, bitir bakiiim şunları" diye kibarca uyardı :)
Sıkıysa bitirme. Bunların dışında bir kaç tane daha var, onlar da hafta sonu biter.