AZ LAF, ÇOK İŞ

Polimer kil ağırlıklı, pek çok şeyin resimlenmiş yapım aşamalarını bulabileceğiniz bir blog olmasına çalışıyorum.
Internet kullanmasını bilene, açık bir okul. Pek çok hobim var ve ben bu konuda oradan çok yararlanıyorum.
Bu blog aslında biraz da borç ödemek için. Ben epey yol aldım, şimdi yeni başlayanlara da ben faydalı olayım istedim. Deneyimli arkadaşlar da blogumu severlerse, onlarla da fikir alış-verişinde bulunmak, kadayıfın kaymağı olacak :)

30 Mayıs 2013 Perşembe

NEREDEN AKLIMA GELDİ ACABA????

Yaşı bana yakın olanlar Şinasi Nahit Berker'i hatırlar.
Bilmeyenler için küçücük bir bilgi vereyim. Ulus gazetesinde ve eğer yanlış hatırlamıyorsam Cumhuriyet gazetesinde, fiziki yeri küçük, anlamı ve işlevi dev yazıları vardı. Küçük dediysem sahiden küçük. Bir iki cümle yazardı ve yeterdi. Neden köşe yazmıyorsun diyenlere "bu memleket fazla laftan battı" diye cevap verdiğini anlatmıştı bana.
Demokrat parti döneminde, basın gayet sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Basın diyorum, zira o zamanlar medya diye bir kelime literatürümüze girmemişti, sosyal medya filan ne gezer? Yazılı basın, yani gazeteler demek istiyorum. Hükümete "gözünün üzerinde kaşın var" diyen gazeteci kendini "Hilton Koğuşu"nda bulurdu, nerede kalmış muhalefet etmek. Bu gazeteciler arasında, rahmetli İsmet İnönü'nün damadı rahmetli Metin Toker ve Şinasi Nahit Berker'de vardı.
Şinasi Nahit Berker ile Ankara'da oturduğumuz yıllarda, aynı apartmanda kapı komşusuyduk. Allah rahmet eylesin, aramızda epeyce yaş farkı olmasına rağmen bizi pek sevmiş, sık sık ziyaretimize gelir olmuştu.
Bu ziyaretlerde, öyle anılarını anlatırdı ki, Haluk'da, ben de, dedesinin anılarını dinleyen çocuklar gibi ağzının içine bakar kalırdık.
Bazen şekeri yükselir, o zamanlarda biraz asabi olurdu. Sanırım böyle bir gün, sabah çok erken bir saatte, gürültüyle kapı çaldı. Haluk fırladı açtı, kapıda Şinasi Bey, "çabuk, acele hanımefendiyi görmem lazım" diye beni çağırttırıyor. Elimden tutup çekercesine yan dairede bulunan evlerine götürdü.
Manzara hiç gözümün önünden gitmez. Tam bir hanımefendi olan eşi, kenarda durmuş, mahcubiyetinden, büzülüp küçücük olmuş bir halde, özür dileyen gözlerle bana bakıyor, parmaklarını incitecek derecede ellerini sıkıp, ovuşturuyordu. Geniş salonda her yer (ama tam manasıyla her yer), yerler, koltuklar, masa ve sehpaların üstleri, dosya kağıtlarıyla neredeyse kaplanmıştı. Ama belli ki, bana karmakarışık görünse de, tamamen düzenli bir şekilde yerleştirilmişti, Çünki bana okutmak istediği bir kaç tanesini hiç aramadan buldu.
Bu kağıtlar, uzun zamandır yazdığı son kitabının müsveddesi imiş meğerse. Anılarını yazdığı bir kitap. Ama sanırım, basımına ömrü vefa etmedi. Bana okumam için verdiği bölüm, kitaba adını da verecek olan "Basın Işıktır" idi. (Nedense aklımda Işıktan Korkanlar olarak kalmış)
Bu hikayeyi aklımda kaldığınca özetleyeceğim. Biliyorum, bana kızmaz.
Hilton Koğuşu, Ankara'daki, şimdilerde "müze" olan Ulucanlar Cezaevinde bir koğuş. Büyük bir lüks olarak, Ankara manzarası varmış, ondan Hilton Koğuşu derlermiş. Bu hapishane son derece kötü koşulları olan, karanlık bir yermiş, içindeki fareler, devasa boyutlardaymış. Ve bu fareler, hep karanlıkta yaşamaya adapte olduklarından, kazara gün ışığına çıkan, hemen ölüyormuş.
Bir gün duruşmaya çıkmışlar. Şinasi Bey "biz yazarak halkı aydınlatıyoruz, hükümet ışıktan korkuyor" demiş.

Kağıtları aldım almasına da, elimde öylece kalakaldım. Zira böyle bir zatın, henüz basılmamış kitabının taslağını okumak büyük onur. Ama bir zaaf anında veriyorsa, bundan yararlanmış gibi olacağım diye korktum. Hanımefendiye baktım göz ucuyla. Beni anladı besbelli, gülümseyerek onayladı.
Çok yüzeysel ve mealen geçtiğim bu anıyı O'nun kaleminden okuduğumda çok etkilenmiştim.

Bir iki gün sonra, kapı hafifçe tıkırdadı. Şinasi Bey. "Müsaitseniz bir kahve yapar mısınız" dedi gülümseyerek. Buyur ettik, iyi gördüğümüze de sevindik. Her zamanki gibi, kahvesini yaptım, ve o her zamanki gibi, kahveyi içmeyerek, arada bir fincana dokunarak konuştu. Aslında konuşmaktan ziyade sordu, dinledi. Hikayeyi okumuş muydum, ne düşünüyordum, ne hissetmiştim, nasıl etkilenmiştim?

Sonra dedi ki: "Nihal Hanım, bu kitabımın kapağı için resim yapmanızı istiyorum".....................
Bu  noktaları sonsuza dek uzatmak gerekir. Şaşkınlığımı anlatamam. Şaşkınlığımın evrildiği duyguları ise hiç sormayın, sıfat bulamıyorum. Şu kadarını söyleyeyim, biraz tahmin edin; önceki kitabı "Gazeteci Olunmaz, Doğulur"un kapak resmini Semih Balcıoğlu yapmıştı.
Heyecanlarımı, el titremelerimi, ve dahî bütün duygusal fırtınaları es geçiyorum.

İlk yaptığımda yapıştırdığım güneş düşüp kaybolmuş, yeniden yaptım.







Eskizi gösterdim, beğendi. Aslını yaptım, eline verdim. Hiç bir şey söylemedi önce, ama dakikalarca elimi bırakmadan resme baktı. Bana döndüğünde gözleri pırıl pırıldı. "İmzanı atmamışsın" dedi. "Koskoca Semih Balcıoğlu imza atmamış, ben nasıl yaparım" dedimse de dinlemedi. "Şuraya at" diye resmin orta yerini işaret etti.
Eskiz bende kaldı. Orjinali O'na hediye ettim.









Doğrusu, sonra ne oldu bilmiyorum. Biz oradan taşındık, bir daha da görüşemedik. Nur içinde yatsın.
Neden aklıma geldi acaba??????


14 yorum:

  1. Çok etkilendim. İçimdekileri kelimeye dökemeyeceğim için üzgünüm. Belki de yaşasaydı Medya(!) nın bugün düşürüldüğü hal yüzünden kahrolurdu herhalde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok, kahrolmazdı eminim, mücadeleci bir adamdı o. Hayatta olsaydı eminim kendine yeni bir Hilton bulurdu.

      Sil
  2. Çokk güzel ve özel anılar bırakmış sende Nihalciğim. Yazıyı zevkle okudum, bir dönem yeniden ve tekrar yaşanıyor, kalemler susturuluyor, yazanlar yargılanıyor ve halen kalem bir silah olarak görülüyor. Düşünmekten,yazmaktan ifade etmekten halen korkuluyor ve yıl 2013. Hiç kimse ders almamış demektir yaşananlardan, bu yüzden tarih de tekerrürden ibarettir diye boşuna denmiyor.Eğer hangi tarafa eyilimin olursa olsun empati yaparak bir ders alınsaydı habire bu tekrarlarla tarih yazılmazdı diye düşünüyorum. Kalemlerin susmadığı,basın ın baskılanmadığı bir gelecek ve bu mesleği meslek etiklerine uygun icra eden kalemler diliyorum. Çocukları yok muydu kivefatından sonra kitapları yayınlatsınlar, bak şimdi merak ettim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hiç bir şeyin değişmediğini görmek çok üzücü.
      Çocukları yoktu galiba. Kendisinden hayli büyük bir erkek kardeşi olduğunu biliyorum, tanışmıştım O'nunla da. Galiba bir de kız kardeşi olduğundan bahsetmişti.

      Sil
  3. iyiki gelmişte bizlerle paylaştın.hem keyifle hem içim giderek okudum.böyle beyefendiler hanımefendiler ve işini böyle olması gerektiği gibi yapanlar kaldı mı.senin için güzel bir hatıra olmuş ayrıca.
    bu arada kapak çok güzelmiş sadece kolaj kısmında bir eğretilik var sanki.belki düz yazılardan değil araya farklı puntada yazılmış kağıtlardan koysan daha mı iyi olurdu acaba?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Orjinalinde nasıl yaptığımı hatırlamıyorum Alanay'cığım. O kolajı yayına girmek için yeni yaptım, aslı kopup düşmüş. Gerçekten de yoğun hüzün içinde yazdım, hiç dikkat etmemişim. Haklısın.

      Sil
  4. Senin hislerini anlamak mümkün, çünkü karşındaki çok değerli bir kalem.

    Beni asıl etkileyen bu çok değerli kalemin, sendeki cevheri görmesi oldu Nihal'ciğim:) Anlattıklarını boş gözlerle dinlemediğinin kanıtı da kapak resmin. Sen o'nu, o da seni görmüş bu müthiş güzel bir şey.

    Çok duygulandım güzel arkadaşım ve seninle bir kez daha gurur duydum:)

    Hatırladığımızda hüzünlensek de, hayatımıza böyle insanların dokunması bir armağan.

    Ne iyi ettin de paylaştın...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Gülden'ciğim, keşke konu farklı olsaydı, keşke konu bize masal gibi gelseydi, keşke "böyle şeyler nasıl olabilmiş" diye şaşırabileceğimiz günlerde olsaydık.

      Sil
  5. Sitenizi tesadüfen buldum.Hemen kayıt yaptım.Yazınız çok güzel mesajlar veriyor.Sizi kutluyorum.Ziyarete bekliyorum.edremit10

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoşgeldiniz Hacer Hanım, dilerim içimizi aydınlatacak konularla da beraber oluruz.

      Sil
  6. Ne güzel bir anı!

    Kalem ne kadar güclü bir silah ki eskiden de şimdi de korkuluyor, eli kalem tutanlar sindiriliyor. Kapak da gerçekten çok anlamlı olmuş.

    YanıtlaSil
  7. Okurken gözlerim yaşardı da Nihal,öyle bir ruh halindeyim ki çıkıp gidesim ,dağlara vurasım geliyor kendimi.Bu çöküntüden çıkabilmek çok zamanımı alacak benim. Memleketin durumunu ise hayal edemiyorum:((

    YanıtlaSil
  8. Nihal hanım ne kadar güzel bir yazı ve anılarınız ne kadar derin .Okuyunca nasıl duygulandım anlatamam. Öte yandan da bu mesajları neden alamıyorlar diye yine üzüldüm.
    Bu sabah erkenciyim dolanıyorum arkadaşları,önce İlhan Uçar beye sonra size uğradım Nihal hanımcığım . Bu pırıl pırıl gençleri gördükçe İçim bir yandan ışıldıyor bir yandan da acıyor. Kaç gün oldu kafalar aynı kafa. Duymuyorlar görmüyorlar.

    YanıtlaSil
  9. Sevgili arkadaşlarım,
    Şu sıralar hepimiz aynı ruh halindeyiz. Kendi adıma, üzgünüm, öfkeliyim, umutluyum. Değerli yorumlarınıza bile cevap yazamıyorum, siz beni anlarsınız biliyorum. Bu çok önemli anımı okuduğunuz ve duygularımı paylaştığınız için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

Hoşgeldiniz. Bir merhaba demeden gitmezsiniz değil mi?